1998 - ABD, Yeni Zelanda, Tür: Dram, Fantastik, Romantik
Yönetmen: Vincent Ward
Oyuncular: Robin Williams, Cuba Gooding Jr., Max von Sydow, Annabella Sciorra, Carin Sprague
Konusu ve yorum: Bu film sıradan bir aşk ya da evlilik filmi değil. Kesinlikle çok duygusal, aynı zamanda bir insanın hayatında yaşayabileceği en büyük acı olan çocuk kaybını ve intihar olgusunu ele alıyor. Ben seyretmemiş olabilirim ama benim gördüğüm filmler içinde cennet, cehennem ve Araf kavramlarını bu kadar iyi tasvir eden bir film hatırlamıyorum. Tabii ki elimizde karşılaştıracağımız bir şey yok ama hayalimizde canlandırmaya çalışsak daha iyi nasıl resmedebiliriz bilmiyorum. Kendimize özel cennet ve cehennemimizi dünyada inşa ettiğimiz fikrini de çok güzel aktardıklarını düşünüyorum.
Chris ve Annie birbirinin (filme göre) ruhikizi olan bir çifttir. Ruhikizleri ilk bakışta âşık olur ve evlenirler. Mutlu bir evlilik hayatları, ufak tefek sorunlarına rağmen çok sevimli iki çocukları olur. Chris hastalarına karşı sevgi dolu bir doktordur, Annie de bir sanat galerisinde çalışmakta, aynı zamanda resim yapmaktadır. Ancak trafik kazasında iki çocuklarını birden kaybederler. Chris ruhsal olarak çöküntüye giren karısına sonuna kadar destek olur, ancak Chris de bir trafik kazasında ölür. Chris çocuklarıyla birlikte cennettedir. Annie ise bu kadar çok acıya dayanamayarak intihar eder.
Annie İntihar edenlerin gittiği Cennet ve Cehennem arasında Araf gibi bir yerdedir. Chris karısını Araf'tan kurtarmak için Cehennemin içinden geçtiği bir yolculuk yapar. Ancak Araf'ta çok uzun süre kalırsa orada saplanıp kalma ve geri dönememe riski vardır. Ruhikizi'ni oradan kurtarmayı başarabilecek mi yoksa kendisi de Araf'ta sıkışıp kalacak mıdır? Merak ediyorsanız filmi seyredin. Filmin sonunu anlatmayayım.
Filmde ruhikizi sözü bir kaç yerde geçiyor. Lütfen ruhikizi kavramına değindiğim yazıma bakınız. Biz ruhikizi ifadesini daha çok birbirine her açıdan uyan ve birbirini tamamlayan çiftler için kullanıyoruz. Filmde de Chris ve Annie birbirini tamamlayan bir çift. Chris hayat dolu, iyimser bir adam. Buna karşılık Annie zaman zaman stres karşısında zayıf düşebiliyor ve Chris bu zamanlarda Annie'ye destek oluyor. Hatta eşini rahatlatmak için birçok insanın başaramadığı bir şeyi yapıp çok fazla bir hatası olmamasına rağmen özür dileyebiliyor. Filmin tonla romantizmine rağmen gerçekçi yanlarından birisi çocukların ölümünden sonra Chris'in bütün çabalarına rağmen Annie içinde bulunduğu ruh halinden çıkamayınca, ya da çıkmak için çaba harcamayınca boşanma seçeneğini karısının önüne koyması. Nitekim bu hamle Annie'nin yeniden denemesi için ona bir süreliğine de olsa gayret verir, ta ki tek desteği olan Chris ölünceye kadar.
Bir aşk, bir kadın için cehennemden geçmeyi göze alacak kadar güçlü olabilir mi? Birçok devasa aşk bırakın ölümü, hayattaki küçük engellerde bile tökezleyip yok olabiliyor. Aşkın çağımızda zaten gereğinden fazla yüceleştirildiği kanaatindeyim. Bir insanın kendi ölümünü, yok oluşunu göze almaya kadar itecek bir aşk sağlıklı bir aşk olamaz bence (romantikler darılmasın). Bu anlamda filmin verdiği “aşkın için her şeyi göze almalısın” mesajını onaylamam mümkün değil. Tek bir hayatımız var ve hayatımızın senaryosunu istediğimiz zaman değiştiremiyoruz. Önemli karar anlarında doğru ya da yanlış karar verme seçeneğimizi kullanıyoruz sadece. Bu karar çoğu zaman daha sonra olup bitenleri belirliyor ve tabiri caiz ise bu kritik kararla ok yaydan çıkmış oluyor. Ok yaydan çıkınca hedefe varır mı, varmaz mı şeklindeki determinizm tartışmasına girmeyelim ama en azından biz sonucu değiştirmek için bir şey yapabilecek pozisyonda olmuyoruz artık. Bu nedenle örneğin evlilik gibi bir karar, neredeyse hayatımızın kalanını belirleyebilecek bir karardır ve romantik (bir çek yerde romantizmi “gerçekçi olmayan” anlamında kullanıyorum, burada her iki anlamı birden düşünün) bir aşk için hayat riske atılmamalıdır.
Film Richard Matheson’ın 1978 yılında yayınlanan aynı adlı (What Dreams May Come) romandan uyarlanmış. Yazar kitabının girişinde, romandaki karakterlerin tamamen hayal ürünü olduğunu ama onun dışında araştırmalara dayalı olduğunu yazmış. Diğer bir değişle yazarın kendi fikirleri olmayıp farklı din ve felsefelere dayandırılan bir öteki dünya anlayışına göre yazılmış.
Filmin işlediği bir diğer konu da intihar. İntihar birçok din tarafından yasaklanmıştır. İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi tek tanrılı dinler intiharı kesin olarak yasaklamıştır. Hinduizm ve Budizm’de ise farklı görüşler var. Örneğin kocasının ölümünden sonra kadının kendisini kurban etmesi, ya da dünyevi hiçbir arzusu ve sorumluluğu kalmamış olan bir adamın ölüm orucu tutarak kendini öldürmesi (Prayopavesa) kabul edilmektedir. Budizm’e göre mutlak olarak yasaklanmamış olmakla birlikte negatif bir hareket olduğu söyleniyor. İntihar edenlerin Araf’a gittikleri düşüncesinin kaynağını ise bulamadım. Bilenler varsa söylesinler. İncelediğim kadarıyla İslam inancında Araf çok net bir kavram değil. Bu konuyla ilgili olarak söylenen şeylerin yorumdan öteye gitmesi zor gibi görünüyor.
Sonuç olarak, görsellik ve imgelerin kullanımı açısından mutlaka seyredilmesi gereken bir film. Ölüm ve yaşam üzerine kafa yoranlar da dikkatli olmak şartıyla izlesinler. İyi bir koca nasıl olur öğrenmek isteyen erkekler de izleyebilir!
RSS Facebook Twitter ilicMedia