Oyuncular: Jean-Paul Belmondo, Jean Seberg ve Daniel Boulanger
Konusu ve yorum: Sinema tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olduğu söylenen gerçek bir klasik. Teknik açıdan çok şey söylenmiş ama her zamanki gibi bu benim yorum yapabileceğim bir alan değil. Yalnızca Avrupa filmleri için söylenegeldiği gibi yavaş bir temposu olmadığını söyleyebilirim.
Bir araba hırsızı olan Michel ve Paris sokaklarında gazete satan Amerikalı bir kız olan Patricia arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Michel bir polisi öldürür. Yaptıklarından suçluluk duymayan, bir gün önce başka bir kadınla yatan ve hatta onun parasını çalan biri olarak sonraki gün Patricia'ya âşık olduğunu söyler. Michel bazı psikopatlarda olduğu gibi hem kural tanımayan hem de sempatik bir karakterdir.
Patricia'nın Michel'ın yalanlarına nasıl olup da inanabildiğine hayret eder insan filmi seyrederken, hatta bu güzel kadına böyle bir adamla hayatını mahvetmek üzere olduğu için acır. Patricia'nın sorunu ise hayattan tam olarak ne istediğini bilmiyor olmasıdır. Onun için önemli olan özgürlüktür, oysa bir yandan da toplumu ve kurallarını önemsemektedir. Belki de Michel'ı çekici bulmasının nedeni onun umursamazlığıdır. Anne babalarının aşırı sert kuralları altında ezilen kızların gidip en serseri en psikopat tipleri bulmalarının altında böyle bir süreç olduğunu düşünmüşümdür. Gerçi psikopatlar gerçekten kontrolü ele geçirdiklerinde bu kızlara kaçtıkları kurallardan çok daha beter acı çektirirler ama bunu sonuna kadar gitmeden çoğu kez anlamaları çok zordur.
Patricia aptal ya da eğitimsiz değildir. Michel onun kendini arayışında sadece bir duraktır bir deneydir, tehlikeli olabilecek bir deney. Patricia'nın Michel'ın umursamaz yönüyle özdeşim kurmaya çalıştığını filmin bir sahnesinde ünlü bir yazarla "aşk" üzerine röportaj yaparken yarı flörtöz bir tavırla tıpkı Michel gibi parmaklarını kendi dudakları üzerinde gezdirirken hissedersiniz. Michel önüne gelen kadınla yatarken nasıl hayatın tadını çıkarmaktan başka bir şey düşünmez, Patricia da bu ünlü yazarla flört etmekten öyle bir haz almıştır.
Bir sahnedeki diyalog Michel ile aralarındaki uçurumu çok güzel yansıtır:
Patricia: William Faulkner’i biliyor musun?
Michel: Yattığın biri mi?
Patricia: Hayır tabii ki, aptal.
Michel: O zaman canı cehenneme. Soyun.
Patricia: Bir yazar. Çılgın Palmiyeler’i yazdı.
Michel: Süveterini çıkar.
Patricia: Son satır çok güzel: “Hiçlikle mutsuzluk arasında bir tercih yapmam gerekirse, mutsuzluğu seçerim” (Between grief and nothing, I'll take grief.)
Filmin sonunda Michel ve Patricia kendi tercihlerini nasıl yapacaklarını gösterirler. Patricia, daha sonra Michel'ın polisten kaçtığını öğrenmesine rağmen onu hemen terketmez. Bir süre birlikte kaçarlar. Patricia bir yanda özgürlüğü ararken, kendisini kolayca teslim eden bir kadın olmadığını da anlarsınız. Henüz özgürlük konusunda nihai kararını vermiş değildir. Nitekim bir replikte şöyle söyler: "Özgür olmadığım için mi mutsuzum, yoksa mutsuz olduğum için mi özgür değilim, bilmiyorum."
Aslında filmin sonunda Patricia'nın Michel'ı terk edeceğini düşünürken onunla birlikte kaçmaya başlaması insanı şaşırtır. Filmle ilgili yazılan çok şey var, filmin sonu birçok yerde yazıyor ama ben ilginç sonları anlatıp filmin heyecanını kaçırmayı sevmiyorum. Bu yüzden filmin sonunu merak edenler seyretsinler.
Doç. Dr. Mehmet Akif Ersoy
RSS Facebook Twitter ilicMedia