Sevdiğimiz birinden ayrıldıktan sonra yaşadığımız yas süreci beyaz perdeye ancak bu kadar güzel aktarılabilir.
Orijinal adı: Truly Madly Deeply
1990 İngiltere -Tür: Dram, Fantastik, Komedi, Müzikal, Romantik
Uyarı: Çocuklar ölüm kavramını tam olarak soyutlama yeteneğinin geliştiği ergenlik yıllarında anlamaya başlarlar. Bu nedenle daha küçük çocukların, ancak çocuğuyla ölümü konuşabileceğine dair kendine güvenen ebeveynleriyle birlikte seyretmesi uygundur.
IMDB Puanı: 6,9/10 - Benim Puanım: 9/10
Yönetmen: Anthony Minghella
Oyuncular: Juliet Stevenson (Nina); Alan Rickman (Jamie); Jenny Howe (Burge); Carolyn Choa (Translator); Bill Paterson (Sandy); Christopher Rozycki (Titus); Keith Bartlett (Plumber); David Ryall (George); Stella Maris (Maura); Ian Hawkes (Harry); Deborah Findlay (Claire); Vania Vilers (Frenchman); Arturo Venegas (Roberto); Richard Syms (Symonds); Michael Maloney (Mark)
Konusu ve yorum: Bu film aşkın başka bir yüzünü, hiçbir zaman bakmak istemediğimiz, inkâr ettiğimiz bir yüzünü gösteriyor: Ayrılık ve ölüm. Terk edilmenin her türlüsü kötüdür ama severken ve sevilirken ayrılmak kadar kötüsü var mı?
Bir ofiste tercüman olarak çalışan Nina genç ve çekici bir kadın olarak çevresindeki orta yaşlı erkekler tarafından beğenilmektedir. Nina yalnızca bu ilgileri geri çevirmeyip, kendisini sosyal hayattan da çekmiş ve içine kapalı bir hayat yaşamaktadır. Nina’nın erkek arkadaşının ölümünden sonra psikolojik olarak çöküntü yaşadığını öğreniyoruz. Nina ölen erkek arkadaşı Jamie’nin varlığını hissetmeye devam etmektedir. Sonra birden Jamie’in ete kemiğe bürünmüş hayaleti ortaya çıkar. Nina ve Jamie bütün günü evde birlikte geçirmeye başlarlar, hatta bir süre işe bile gitmez. Daha sonra ilginç gelişmeler olur. Jamie’nin hayalet arkadaşları eve gelmeye başlar. Jamie ve hayalet arkadaşları sabahlara kadar birlikte film seyredip, orkesta kurup müzik yaparlar. Asla ayrılmak istemediği Jamie’nin hayaletiyle bu sorunları yaşadığı süreçte karşısına çekici, duygusal, eğlenceli genç bir psikolog olan Mark çıkar. Halen zihni ve ruhu Jamie’yle dopdolu olan Nina, hoşlandığı bu adam karşısında önce tereddüt yaşar. Bu sıralarda yakın bir arkadaşı doğum yapar. Yeni doğan bebeği kucağına aldığında iç dünyasında içinde bir şeylerin değiştiğini Nina’nın yüz ifadesinden anlarız. Evdeki sorunlar giderek artar. Bir gün eve geldiğinde Jamie ve hayalet arkadaşlarının evdeki her şeyin yerini değiştirdiğini, Nina’nın sevdiği halıyı artmak üzere topladıklarını görünce, Nina hepsini kovalar. Anlaşılan o ki Jamie aslında Nina’yı kendisinden kurtarmak için geri dönmüştür! Nina ve Jamie başladığı günden başlamak üzere ilişkileri üzerine konuşurlar. Nina yaşadığı değişimi Jamie’ye şöyle anlatır:
“O bebeği kucağıma aldım ve Yaşam. Benim istediğim yaşam. Zevklerim, her şeyim sen öldükten sonra bedenimde hapsoldu ve senin onaylamadığın ve güldüğün şeyleri bile sakladım. Kitaplar, fotoğraflar ve diğer şeyler. Ve sigortayı nasıl değiştireceğimi, tesisatçıyı çağırmayı, ısıyı ayarlamayı bilmiyordum. Ama şimdi biliyorum. Ve bu saçma biliyorum, ama biliyorum iyi olacak, olabilir ve seni çok özledim. Özlüyorum.”
Sonraki gün işten eve geldiğinde artık Jamie yoktur. Yas süreci tamamlanmıştır. Jamie’den kalan ve çok sevdiği yeğenine bile vermediği çello’yu kutusuna koyar, Mark’a telefon edip kendisini evden almasını ister. Jamie, Nina’nın hayatına kaldığı yerden devam etmeyi başarmasını, onun adına mutlu ama diğer taraftan da hüzünlü bir ruh hali içinde seyrederken gözlerinden yaşlar dökülür.
Sevdiğimiz birinin kaybından sonra yaşadıklarımızı daha güzel anlatan bir film seyretmedim. Senaryo çok güzel, oyunculuk harika. Böylesine hüzünlü iç burkan bir konuyu içine azıcık komedi ve romantizm koyarak o kadar iyi aktarmış ki, ruhen yorgun düşmeden seyredilebiliyor. Eğer sevdiğiniz birini kaybettiyseniz ya da her hangi bir sebeple ayrılık acısı yaşıyorsanız mutlaka ve mutlaka seyretmeniz gereken bir film bu.
Hem patolojik hem de sağlıklı yas sürecini çok güzel anlatıyor film. Prof. Vamık Volkan yas sürecini ölen kişinin içimizdeki imgesiyle ne yapacağını bilememek olarak tarif ediyor, nesne ilişkileri kuramı bakış açısından. Açacak olursak şöyle anlatayım, biri ölür ya da bir şekilde bizi terk eder ama içimizde onun imgesi varlığını devam ettirir. Zamanla bu imge canlılığını kaybeder. İçimizdeki nesnenin bazı parçalarını kendi ruhumuza katarız yani kaybettiğimiz kişinin bazı özellikleriyle özdeşim kurar ve gelişiriz. Mesela, farkına bile varmadan onun gibi davranmaya başlarız. Ancak, özellikle hayatımızdayken onunla birlikteliğimizde sorunlar varsa, yas süreci daha zor yaşanır. Nitekim bu filmde de Nina’nın aslında Jamie’ye bağımlı bir yapısı olduğunu anlıyoruz. Jamie’yi kaybettikten sonra birliktelikleri sırasında Jamie’nin kendisi için yaptıklarını kendi başına yapmayı başardıktan sonra yas sürecinden çıkmayı başarabiliyor.
Yas sürecinde, yas tutan kişi ölen kişinin hayalini görmeye, sesini duymaya başlayabilir. Eğer böyle bir patolojik öğe süreçte ortaya çıkarsa patolojik yas ya da komplike olmuş yastan söz edebiliriz. Filmin patolojik bir yası anlattığını düşünmüyorum. Bence film, ruh dünyasındaki içsel imgeleri fantastik bir kurgu içinde adeta bir hayalet gibi bir nevi somutlaştırıp dışsallaştırarak muhteşem bir iş çıkarılmış. Her yas sürecinde doğal olarak içselleştirilmiş imgeyle yaşanan süreç, sanki geri dönmüş olan eşle diyalog şeklinde aktarılmış ki, psikodinamik bir süreç beyazperdeye başka nasıl aktarılabilirdi bilmiyorum.
Yas sürecinde ölen kişiyle bağlantısının devam etmesine yardımcı olan “geçiş nesnesi” işlevi gören nesneler vardır. Bu bir ölen kişiye ait bir nesne olabilir. Bu nesneler aslında ruhsal bir sürece bir şekilde katkıda bulunur. Bazen taş gibi sert yani yok edilmesi imkânsız bir nesne bu işlevi üstlenir. Yas tutan kişi bu nesneyi bir çekmeye kapatıp kilitleyebilir. Böylece adeta yaşadığı sıkıntıyı kontrol altında tutmaktadır. Bu nesne, kontrol altında tutulmakla adeta ölümün kontrol altında tutulabileceği, ölümün zamanına karar verilebileceği gibi bilinçdışı bir işlevi üstlenebilir. Evet, karışık bir konu olduğunun farkındayım ama konuyu uzatmayayım; bakın filmin sonunda ne oluyor. Nina, filmin sonunda adeta Jamie’yi mezarına koyar gibi Jamie’nin çellosunu kutusuna koyuyor ve Mark’la buluşmak üzere evden çıkıyor. Diğer bir ifadeyle artık bu nesneye ihtiyaç duymadığı noktada onu olması gereken yere koyuyor.
Elisabeth Kübler-Ross’un “Ölüm ve Ölmek Üzerine” isimli kitabında çok güzel anlattığı gibi, yas sürecinde beş aşamadan geçilir: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, uyum. Bu aşamalar kabaca birbirini izlese de, bu bir kural değildir, süreçler iç içe geçebilir veya zaman zaman geri dönüşler yaşanabilir. Filmi dikkatle izlediğinizde bu Nina’nın bütün aşamalardan geçişini izliyoruz. Hele hele, bir sahnesinde ölüp kendisini terk ettiği için Jamie’ye duyduğu öfkeyi çok güzel bir oyunculukla aktarmış Juliet Stevenson.
Ayrılık ve ölüm istenmez ama söylemem lazım, bizi en fazla ruhsal açıdan olgunlaştıran şeylerden birisidir kayıp. Kayıpla birlikte ruh dünyamızdaki taşlar yerinden oynar adeta ve en zayıf yanlarımızla yüzleşir ve taşlar yerine oturduğunda gelişiriz. Eğer ağır bir depresyona girerek kişi kendi hayatına son vermezse, ya da yas sürecinin bir aşamasında takılmazsa, kayıp yaşayan büyür, güçlenir. Bir aşk acısı yaşayan kişi de ayrılıktan sonra gelişir, büyür, adeta yeni bir insan olur. Hatta diyebilirim ki bir daha benzer bir insana âşık olmaz, ilişkilerinde aynı hataları yapmaz.
Bir sahnesinde Jamie’nin Nina’ya okuduğu, kayıptan sonraki acıya rağmen yaşama devam edilebildiğini dokunaklı bir şekilde anlatan şiirle yorumuma son vereyim:
Affet beni
Eğer yaşamıyorsan
Eğer, aşkım, sevgilim, eğer öldüysen
Bütün yapraklar göğsüme düşecek.
Gece ve gündüz ruhuma yağmur yağacak
Ayaklarım senin uyuduğun yere gitmek isteyecek
Ayaklarım senin uyuduğun yere gitmek isteyecek...
Ama yaşamaya devam edeceğim.
İyi seyirler.
Doç. Dr. Mehmet Akif Ersoy
RSS Facebook Twitter ilicMedia