Poligami özel olarak da polygyny yani çok kadınla evlilik konusunu yirminci yüzyılın başlarında Çin kültürü bağlamında ele alan bir film.
Orijinal Çince adı: Da Hong Denglong Gaogao Gua
İngilizce adı: Raise the Red Lantern
1991 Çin/Hong Kong – Tür: Dram
IMDB Puanı: 8,1/10
Yönetmen: Yimou Zhang
Oyuncular: Gong Li (Songlian, dördüncü eş); He Caifei (Meishan, üçüncü eş); Cao Cuifen (Zhuoyun, ikinci eş); Zhou Qi (kahya Chen Baishun); Lin Kong (Yan'er, Songlian'un hizmetçisi); Jin Shuyuan (Yuru, birinci eş); Ma Jingwu (Chen Zuoqian, efendi Chen); Cui Zhihgang (Doktor Gao); Xiao Chu (Feipu, efendinin en büyük oğlu); Cao Zhengyin (Songlian'un yaşlı hizmetçisi); Ding Weimin (Songlian'ın annesi)
Konusu ve yorum: Bu film en iyi Asya filmi de dâhil olmak üzere bir çok seyredilmesi gereken filmler listesinde yer alıyor. Adını, film boyunca tutuşturulan, söndürülen, üstü örtülen ve hatta yakılarak imha edilen kırmızı renkli fenerlerden alıyor. Yaz ve kış mevsiminde, günün farklı saatlerinde fenerler filme ayrı bir güzellik katıyor ama konusunun kasvetli olduğunu ve insanın içini burktuğunu söylemeliyim.
Ondokuz yaşındaki Songlian, zaten iflas etmiş olan babasının ölümünden sonra ekonomik sebeplerle okumaya devam edememiş ve evlenme kararı almıştır. Annesinin “zengin bir adamla evlenirsen onun kuması olursun” şeklindeki uyarısına “Bırak kuması olayım. Bu bir kadının alın yazısı değil mi?” diyerek elli yaşlarında zengin bir adamın dördüncü karısı olarak evlenir. Bu zengin adamın diğer karıları ve hizmetçilerle birlikte büyük bir şatoda yaşamaya başlar. Şatonun sınırları içinde her bir eşin ayrı evi ve hizmetçisi vardır. Efendiyle birlikte olmadan önceki gece ayağına masaj yapılır. İlk gün efendinin Songlian’a söylediği “Bir kadının ayağı çok önemlidir. Onlar rahata kavuştuğunda kocasına daha iyi hizmet eder.” sözleri bu şatoda kadının yerini özetlemektedir aslında.
Kısa süre içinde efendinin karıları arasında sinsi ama zaman zaman ölümcül olabilecek bir rekabet olduğunu anlar. Şatonun efendisiyle geceyi birlikte geçirebilmek için onun gönlünü hoş tutmak gerekmektedir. Efendi geceyi hangi kadınla geçirmeye karar verirse, o kadının evinin avlusunda ve evin içinde kırmızı fenerler yakılmaktadır. O gün şatonun ayak masajından sorumlu hizmetçisi gece öncesinde “şanslı” kadına masaj yapar ve ertesi gün de yemek menüsünü belirleme yetkisi o kadına verilir. Efendiye erkek çocuk veren kadın da ayrıca özel hürmet görür.
Efendinin birinci hanımı artık yaşlanmış ve diğer genç kadınlarla rekabetten bütün bütün vazgeçmiştir. İkinci eş Songlian’a gayet güler yüzlü davranır. Histrionik karakterdeki üçüncü eş fevri tepkileriyle sorun olsa da, aslında ikinci eşin sinsi ve tehlikeli bir şekilde diğer eşlerle rekabet ettiği ortaya çıkar. Böylesi bir ortamda hiçbiri için “mutlu son” yoktur.
İmparatorluk döneminden sonra, yirminci yüzyılın başında Çin Halk Cumhuriyet’inin savaş lordları dönemini anlatan bu filmin, Çin geleneklerinde kadının yerini ne kadar doğru yansıttığı bilemiyorum. Ancak dünyanın birçok yerinde ve kültüründe çok kadınla evlilik mevcut. Etnoğrafya Atlasına göre, dünya genelinde incelenen 1231 toplumun 186’sı monogamik yani tekeşli, 453 toplulukta zaman zaman çok kadınla evlilik görülüyor, 588’sinde çok kadınla evlilik sık görülüyor, yalnızca 4 toplulukta bir kadın birden fazla erkekle evlilik yapabiliyor. Bu rakamlara gore çok kadınla evlilik sadece müslüman ülkelere (dört kadınla evlilik) özgü bir uygulama değil. Bu konuya başka bir yerde daha detaylı olarak değindiğim için burada detaya girmeyeceğim.
Bir yorumumda “kadın ne çekiyorsa diğer kadınlardan çekiyor” demiştim. Bu film de bana biraz bunu düşündürdü. Kahramanımız Songlian annesi tarafından uyarıldığı halde bu evliliği kabul ediyor. Ekonomik şartları saymayacak olursak, Songlian’ın bu evlilik için zorlanmadığını söyleyebiliriz. Elbette genelleme yapmak doğru olmaz, cinsi latifi incitmek istemem, ama paranın kimi zaman bir kadın için diğer bütün faktörleri gölgede bırakacak kadar çekici olduğunu görmezlikten gelemeyiz. “Zengin erkek – fakir kız” yalnızca Türk filmlerinin konusu değil, bir realite. Nitekim yıllık 150bin dolar daha fazla kazanan bir erkeğin kadınlar için hemcinslerinin yüzde doksanından daha çekici olduğu bir araştırma gösterilmiş. Yani zengin erkek kadına çekici geliyor!
Bazılarınız dur bakalım, hırsızın hiç mi kabahati yok diyorsunuz. Evet, elbette haklısınız. Gücün belli ellerde toplandığı bir ekonomik düzende -ki bu genellikle erkekler oluyor- eğer “kötülük” “iyiliğe” hükmediyorsa, kadınların daha da ezildiği muhakkak. Türkan Şoray’ın yönetmenliğini yaptığı Dönüş filmindeki ağa ile bu filmdeki Efendi birbirine ne kadar da benziyor bu anlamda. Bir detay belki ama bana ilginç geldi. “Kırmızı fenerler” filmindeki efendi film boyunca hiç bir zaman yakın çekim gösterilmiyor, yüzünü belli belirsiz seçebiliyorsunuz. Bu çekimin bilinçli bir tercih olduğunu hissettim. Yani bu efendinin kim olduğunun aslında önemi yok, bu filmde gücü elinde tutan ve kadını kullanan kötü erkeği temsil ettiği için kim olduğunun önemi yok. Bir bakıma deniyor ki, “kötülük” tek bir kavram, bunun karşısında durması gereken ve tek tek aksiyon alması gereken “bireyler” “insanlar” var. Günümüzün modern dünyasında bile kadının emeğiyle, bedeniyle ve hatta cinselliğiyle bir köleye, bir sermayeye dönüştürüldünü görmüyor muyuz? Kadının modayı takip ederken, erkeğin markayı tercih etmesinin arkasında da bu yok mu? Erkek para bende diyerek kadını kendisine çekmeye çalışmıyor mu? Bana öyle geliyor ki kadının bu kısır döngüden kurtulması için, önce kadının kendisini paranın çekim gücünden kurtarması gerekiyor. Çok kadınla evlilik çoğu durumda zengin erkeklerin lüksü aslında. “Modern” toplumda da yasal olmasa da metres tutarak zengin erkek bir anlamda çok kadınla evliliğe devam ediyor. Kadın parayı çekici buluyorsa, erkek de paraya hükmetmeye çalışacaktır. Kadın “paranın alacaklarını önemsemiyorum, paranı istemiyorum” diyebilirse eğer, bedenini değil ruhunu seveni ararsa eğer, kendisini bu çileden kurtarabilir. Mümkün mü bilemiyorum. Tartışmaya açık bu konuda bu kadar yeter. Filmin sonunda ne mi oluyor. Mutlaka seyredilmesi gereken bu filmi seyredecekseniz merakını yok etmemek için sonunu müsadenizle söylemeyeyim. İyi seyirler.
Doç. Dr. Mehmet Akif Ersoy
RSS Facebook Twitter ilicMedia