Kadın erkek ilişkisi ve evlilik hakkında derin meseleler üzerine yüzeyel tartışmalarla dolu sürükleyici bir film.
Orijinal adı: Before Sunrise
1995 ABD, Avusturya, İsviçre Tür: Dram, Romantik
IMDB Puanı:8.0/10
Yönetmen: Richard Linklater
Senaryo: Richard Linklater, Kim Krizan
Oyuncular: Ethan Hawke, Julie Delpy, Bilge Jeschim, Kurti, Tex Rubinowitz
Konusu ve yorum: Fransız bir üniversiteli olan Celine (Julie Delpy) ile Amerikalı Jesse (Ethan Hawke) trende karşılaşırlar. Amerikalı Viyana’da trenden inecek ve ertesi gün ülkesine dönecektir. Celine’ne birlikte trenden inmeyi ve Avrupa’daki son gününden ona arkadaşlık etmesini teklif eder. Celine bu teklifi kabul eder. Viyana sokaklarında sabaha kadar birlikte dolaşırlar. Her ikisi de içinde büyüdükleri ailelerinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle bir kadın ve erkek arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili kafa karışıklıkları yaşamaktadır. Celine her ne kadar geçici günübirlik ilişkilerden hoşlanan bir tip olmasa da şu diyalog evlilik ya da uzun süreli bir ilişkiyle ilgili şüphelerini yansıtıyor:
Celine: Çiftler yaşlandıkça birbirini dinleme yetisini kaybedermiş, biliyor muydunuz?
Jesse: Hayır.
Celine: Erkekler tiz sesleri, kadınlarsa alçak perdeden sesleri duyma yetisini zamanla kaybedermiş. Galiba böylece birbirlerini etkisiz kılıyorlar.
Jesse: Galiba. Çiftlerin birbirini öldürmeden birlikte yaşlanmasını doğa bu şekilde sağlıyor olmalı.
Anne ve babamızdan, gerek onların arasındaki ilişkiyi model alarak, gerekse kendi hayal kırıklıkları nedeniyle bize uygun gördükleri yaşam modelini dikte etmeleri yoluyla, ileride nasıl bir evlilik ya da ilişki yaşamamız gerektiğini belirliyoruz. Celine de anne babasının kendisi için uygun gördüğü yaşamı içine sindirememiş gibi görünmektedir:
“Annemle babam, âşık olabileceğim ya da evlenip çoluk çocuğa karışabileceğim ihtimalini hiç konuşmazlardı. Küçük bir kızken bile kendimi geleceğin kariyer sahibi bir insanı, yani bir iç mimar ya da avukat falan gibi görmemi istediler hep.”
Trendeki bu sohbetten her ikisi de hoşlanmış olsa da, Viyana’ya gelirler ve bu durakta Jesse inecektir. Celine’ni de birlikte trenden inmeye ikna etmek için Jesse şunları söyler:
“Pekâlâ. Şöyle düşünün.
10 ya da 20 yıl ileri gidin, tamam mı?
Ve evlisiniz.
Ama evliliğiniz başlangıçtaki coşkusunu yitirmiş.
Kocanızı suçlamaya başlıyorsunuz.
Ömrünüz boyunca tanıştığınız erkekleri ve onlardan birini seçseydiniz ne olabileceğini düşünüyorsunuz.
İşte ben o erkeklerden biriyim. Ben oyum.
Yani bunu zamanda yolculuk gibi düşünün.
O zamandan bu ana geri gelip neyi kaçırdığınızı öğrenmek için.
Bakın, hiçbir şey kaçırmadığınızı öğrenmek siz ve müstakbel kocanız için çok hayırlı olabilir.
Ben de kocanız kadar beceriksiz ve sıkıcıyım.
Siz de doğru seçimi yapmışsınız ve mutlusunuz.”
Geleceği olmayacağı ya da okyanus ötesi devam edeceği için birçok olası soruna gebe bir ilişkiye başlamak için yeterli bir gerekçe gibi görünüyor mu size? Bana hiç de öyle görünmedi. Bu gerekçeye göre, azıcık hoşlanır gibi olduğumuz herkese bir şans vermemiz gerekiyor ki bu aramanın sorgulamanın sonu gelmez. Bu sözlerde gerçeklik payı hiç mi yok, elbette var: her ilişki başlarda heyecanlıdır ve sonradan bir miktar rutinleşir. Evlilikler de böyledir ve en iyisi bu gerçeği peşin peşin kabul etmektir. “Artık eşime âşık değilim”, “artık eşim beni heyecanlandırmıyor” diyerek boşanmaya niyetlendiği için eşinin zoruyla evlilik terapisti’ne gelenler görmüşümdür. Gerçi bu sözlerin arkadasında söylenmeyen bir evlilik dışı ilişki vardır kimi zaman. Belki de doğrusu “beni başkası heyecanladırıyor” olmalı, ama bu söylenemediği için başka gerekçelerin arkasına sığınılmaktadır. Asıl sorulması gereken soru ise, “ben neden elimde olanla, ‘yeterince iyi’ olduğu halde yetinemiyorum?” olmalıydı.
Benzer bir konuyu işleyen filmden bir başka diyalog da şöyle:
Celine: Büyükannem ömrü boyunca bir adamla evli kaldı. Ve onun basit bir aşk hayatı yaşamış olduğunu düşünürdüm hep.
Ama geçenlerde, tüm ömrünü âşık olduğu başka bir adamı hayal ederek geçirdiğini bana itiraf etti. Sadece kaderini kabullenmiş. Ne kadar üzücü.
Aynı zamanda, hiç sahip olmadığını düşündüğüm böyle duygu ve düşüncelerinin olması hoşuma gitti.
Jesse: Seni temin ederim ki böylesi daha iyi.
Aşığıyla beraber olsaydı, adam onu düş kırıklığına uğratırdı.
Celine: Nereden biliyorsun? Onları tanımıyorsun.
Jesse: Biliyorum. İnsanlar her şeye romantik hayallerini yansıtır. Bu hiçbir gerçekliğe dayanmaz.
Jesse bu diyalogda da çok doğru bir noktaya parmak basıyor. Bir evlilikte mutlu olmanın yolu, eşinden beklentilerin gerçekçi olmasına bağlıdır. Eğer evlilik gerekçesi Jesse’nin de söylediği gibi romantik hayallerimizi gerçekleştirmek ise, mutsuz olmamız kaçınılmazdır. Hiç kimse aynı anda hem kendi hem de bir başkasının hayatını yaşamayı ve iki kişilik bir “kendini gerçekleştirme”yi başaramaz. Senarist bu doğruyu filmin bir yerinde bir falcıya söyletir. Falcı Celine’ye şöyle söyler:
“Ancak kendi içindeki huzuru bulduğun takdirde başkalarıyla gerçek bir ilişki kurabilirsin.”
Gerçekten de huzuru başkasında değil önce kendi içimizde gerçekleştirebiliriz.
Film boyunca yer yer kadın erkek ilişkisine dair günümüz kadın ve erkeğininin çelişkilerine değiniliyor diyaloglarda.
Celine: Evet, çok hoş. Feminizmin, önüne gelenle daha rahat yatabilmek için erkekler tarafından icat edildiği gibi korkunç, paranoyak bir görüşüm var. "Kadın, kafanı özgürleştir, bedenini özgürleştir. Benimle yat." "İstediğim kadar sevişebildiğim sürece hepimiz mutlu ve özgürüz."
Gerçekten de geçen yüzyıla kadar erkek hep kadının peşinden koşturmuş, kadın da seçici davranmıştır. Çünkü kadın için bir erkekle seks yapmanın maliyeti ağırdır. Dokuz ay bir çocuğu karnında taşımak, sonra ona belki de tek başına bakmak zorunda kalmak. Bu nedenle kadın gebe kaldığında kendisine yardım edecek, doğuracağı çocuğu büyütme sorumluluğunu üstlenecek, en azından kendisiyle paylaşacak bir erkeği kendisine eş olarak seçmek zorundadır. Kadının kısa süreli bir ilişkiyi kabullenebilme “özgürlüğü” ancak tehlikeli olmayan doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesinden sonra mümkün olabilmiştir. Ancak yüz binlerce yıllık kadınlık geçmişi bir yüzyılda değişmiyor. Celine’nin de belirttiği gibi, kadın, erkeklerin yüzbinlerce yıllık geçmişiyle hiç çelişmeyen hatta tam olarak uyuşan bir değişikliği hemen kabullenemiyor. Sevdiği ve gerçekten seçerek evlendiği erkekle bile çocuk yapmak halen kadın için maliyetli bir zevk. Erkek çocuğu kadın gibi bağlanmıyor. Hiç bağlanmıyor demiyorum ama analık ve babalık aynı şeydir, aynı güçte bağlardır dersek, analığa haksızlık etmiş oluruz. Boşanma oranlarının %50’ye yaklaştığı günümüz Avrupa’sında bu kaygılarla birçok çift artık çocuk yapmaktan korkuyor.
İşte tam olarak bu noktada günümüz kadını çelişkilerle doludur. Bir taraftan özgür ve kendine yeten bir birey olmak için çaba harcarken, zaman zaman da kadınsı beklentilerden vazgeçemez. Bu çelişkiye filmin bir yerinde Jesse’nin ağzından şöyle değinilir:
“Kadınlar, koruyup kollayan erkeklerden nefret eder.
Ama işlerine gelince de bizi korkak ve mızmız olmakla suçlarlar.”
Her ikisi için de her açıdan zevkli bu gecenin devamı olacak mıdır? Bitecek olmasının verdiği acıdan kaçabilmek için, bir daha görüşmeme ve o gecenin birlikte son geceleri olduğunu peşin peşin kabullenmeye karar verirler (ya da öyle zannederler) ve erkan bir vedalaşmadan sonra geceye birlikte devam ederler. Sabaha karşı birlikte olurlar ve sonra ayrılma vakti gelince tren garında her ikisi de bir daha görüşememe fikrinden rahatsız olurlar. Altı ay sonra aynı yerde ve saatte buluşmak üzere birbirlerini söz vererek ayrılırlar. Bu son sahnede bana öyle geliyor ki, her ikisi de altı ay sonra buluşma fikrinin ne kadar gerçek dışı olduğunun farkındadır ve o an için acıdan kurtulmak için kendilerini kandırırlar. Diğer taraftan her ikisi de kendi hayatlarına doğru yalnız yolculuklarına devam ederken yaşadıklarından mutlu görünmektedir. Bu son sahne bana çok acıklı geldi. Ne kadar zavallı olduğumuzu, önce bir gecelik haz kendimizi kandırmanın bir yolunu bulduğumuzu zannederken, sonra da ayrılmanın acısına katlanamayıp kendimize söyleyecek yeni bir yalan bulabilecek kadar aciz olduğumuzu düşündürdü. Eminim birçok insan filmin sonunun mutlu son olduğunu düşünme eğiliminde ama ben ziyadesiyle gerçekçi kafada birisi olarak aynı kanaatte değilim. Bu yorumu yazdığım sırada bu filmin senaryosuna dayanarak bir devam filmi çekildiğini öğrendim. Devam filmini seyrederseniz merakınızın giderileceğini söylemekle yetineceğim. İyi seyirler.
Doç. Dr. Mehmet Akif Ersoy
RSS Facebook Twitter ilicMedia