ruhikizi

Evlilik, Aşk ve Kadın Erkek İlişkileri Üzerine Filmler

Gelin

gelin, hülya koçyiğit, film, evlilikGöç sonrası büyük şehir hayatına uyum sağlamaya çalışan dindar Anadolu insanının dramı. Geniş aile içinde evlilik sürecinin yaşadığı değişim vurgulanıyor.


1973 Türkiye – Tür: Dram

IMDB Puanı: 7.5/10 (281 oy) Benim puanım: 5/10


Yönetmen: Ömer Lütfi Akad

Yapımcı: Hürrem Erman

Senaryo: Ömer Lütfi Akad


Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Meryem); Kerem Yılmazer (Veli); Kahraman Kıral (Osman); Ali Şen (Hacı İlyas); Kamran Usluer (Hıdır); Aliye Rona (Ana); Nazan Adalı (Naciye); Seden Kızıltunç (Güler)


Konusu ve yorum: Bu filmin ana teması göç olgusudur. Bununla birlikte geniş aile ve kadın erkek arasındaki geleneksel ilişki modelinin büyük şehirde yaşayan insanların evlilik hayatlarında nasıl etkili olduğunu işlemesi açısından önemli bir film olduğunu düşünüyorum.

Meryem ve Veli, Yozgat’ın Sorgun ilçesinden İstanbul’a göç edip, Veli’nin babası ve abisiyle birlikte geniş aile içinde yaşamaya başlarlar. Baba Hacı İlyas Efendi İstanbul’un kenar mahallesinde bakkal dükkânı işleten dindar ve hırslı bir adamdır. Oğullarıyla birlikte daha merkezi bir yerde bir market açmak ve daha çok para kazanmak hevesiyle yanıp tutuşur. Metropolün vahşi yaşam şartlarında yaşamak için avcı olmayı seçmiştir diğer bir değişle.

Meryem ve Veli’nin 5 yaşındaki çocukları zaman zaman fenalaşmaktadır. Meryem çocuğu doktora götürmek istese de bütün aile “bir şey olmaz, bir güzel yedir bişeycik kalmaz” diyerek çocuğun hastalığını ihmal eder. Meryem çocuğu gizlice doktora götürünce kalbinde delik olduğu, ameliyat olması gerektiği ortaya çıkar. Ameliyat için para gereklidir. Market ve daha çok para hırsı herkesin gözünü öylesine kör etmiştir ki çocuğun ameliyatı için para harcamak istemezler.

aliye rona, hülya koçyiğit, gelinBugün yarın derken aylar geçer ve nihayet bir kurban bayramı günü çocuk ölür. Meryem bakkal dükkânını ateşe vererek evden kaçar. Bir fabrikada iş bulup çalışmaya başlar. İstanbul’da yaşasalar da geleneklerin ağır baskısı altında bir kadının kocasının izni olmadan evden dışarı çıkmasını bile namussuzluk olarak gören bu aile için bir kadının kendi başına bir fabrikada çalışması yoldan çıktığı anlamına gelmektedir. Hacı İlyas, Veli’nin eline bir silah verip “git namusunu temizle” der. Veli iş çıkışı fabrikaya gelir. Aslında başından beri ailesinin yozlaştığını gören ve olup bitenlerin dindarlıkla, İslam diniyle ilgisi olmadığını fark eden Veli, çaresiz ailesine boyun eğmiştir. Ancak bu yobazlığa bir kurban verdikten sonra aklı başına gelecektir. Karısını öldürmek yerine ona fabrikada kendisi için de bir iş olup olmadığını sorar. Birlikte yeni bir hayata başlarlar.

Geniş aile modeli aile fertlerinin birbirlerine destek olmaları açısından iyi olsa da gelenekleri büyük şehirde aynıyla uygulamaya devam etmeye çalışan aile büyükleri bu modelin modern yaşama bütünüyle uyamayacağını göremeyebiliyorlar. Filmin sonunda olduğu gibi bu uyumsuzluk çekirdek aile oluşturmak üzere yeni bir evlilik modeline zorluyor.

Bu filmde dindarlık teması da oldukça ön planda. Ancak bu filmde gördüğümüz dindarlık maalesef İslam dininin şekillerinden ve geleneklerden ibaret bir dindarlık. Hacı İlyas ve büyük oğlu Hıdır, makyavelist bir şekilde market yapmak istedikleri yeri ucuza kiralayabilmek için mekan sahibini güç kullanmakla tehdit edebiliyorlar. Hacı İlyas ağrıyan kendi dizi olunca eczaneden aldığı merhemle dizi oğduruyor ama torununun hastalığı için aynı özeni göstermiyor “dua edin bişeyciği kalmaz” diyebiliyor. Yetmişli yılların sosyal konulu ve kadın konulu filmlerinde İslamiyet’in “ham yobaz ve kaba softa” yorumu sık gündeme getirildi. Bu yapılırken kabul edilebilir bir alternatif ya da doğrusunun ne olduğunun sunulmamasının, yobazlığa tepki gösteren ve topluma karışmayan, izole bir yaşamı tercih eden dindar bir grup olmak üzere iki uç grubu ortaya çıkardığını düşünüyorum. Elbette bu sosyolojik olguyu yalnızca filmlere bağlıyor falan değilim. Bu ve benzeri filmlerin bu sosyolojik değişimin mekanizması için örnek oluşturduğunu düşünüyorum sadece.

Hulya Kocyigit, Yilmazer, Kahraman Kiral, gelinBu filmde dikkati çeken bir diğer nokta da kadının yine kadının eliyle aşağılanması. Kayınvalidesi (Aliye Rona) ve eltisi (Nazan Adalı) daha İstanbul’a geldikleri ilk günden itibaren Meryem’e baskı yapmaya başlarlar. Kayınvalide, karısını dövmesi gerektiğini her fırsatta oğluna söyler. Kadın kadına bunu nasıl yapar? Bunu anlayabilmek için bilinçdışının mantığını, psikolojideki agresörle özdeşim sürecini anlamak gerekiyor. Kendisi kurban olan kişi, ezilen hissetmektense bir kurban bularak kendisine yapılanın aynısını ona yapar, böylece kontrolün ve gücün kendinde olduğunu hisseder. Agresörle özdeşim süreci onu diğer kadınları ezen bir kadına dönüştürüyor.

Geniş ailede bütün kararlar ailenin büyükleri tarafından veriliyor ve eğer geniş ailenin imkânlarından faydalanacaklarsa gençler boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Gelenekler kendi şartları içinde bir anlam ifade etseler de, göç durumunda olduğu gibi bağlamlarından koptuklarında işlevlerini de yitiriyorlar. Zor şartlara uyum sağlamak için yüzyıllar içinde şekillenen gelenekler, yeni ortamda uyumu bozmaya başlıyor. Göç çevrenin ani bir değişimi anlamına geldiği için yavaş bir evrimin yerini hızlı bir devrim alıyor.

Filmi seyrederken Meryem’in yaşadığı acı, insanın içinde yobazlığa karşı bir öfke uyandırıyor. Ancak çözüm, bu öfkenin yarattığı tepkisellikle hareket ederek bozuk olanı tam karşıtıyla dönüştürmek mi? Çözüm, yerine kabul edilebilir bir alternatifin konulabilmesi, inkâr eden ve dışlayan değil, kucaklayıcı bir eğitimle mümkün olabilir kanaatindeyim. Kadının aşağılanmasına yine kadın ön ayak olduğu için, söz konusu eğitim ve gelişme sürecinde kadının öncelikli olarak ele alınması gerekiyor. Ömer Lütfi Akad bu filmde çok fazla vurgulamasa da göç sonrası bölünen ailenin daha psikopat tarafı kapitalizmin sömüren sınıfına, daha ılımlı tarafının da sömürülen işçi sınıfına doğru evrildiğini görüyoruz. Agâh Özgüç, bu süreci “feodal geleneklerinden arındırıp ekonomik özgürlüğüne” kavuşma ve “özgürce aydınlık bir mutluluğa omuz omuza yol alacaklardır” diyerek tanımlıyor. Agâh Özgüç’ün ifadelerinde benim tam olarak karşı çıktığım kutuplaştırmayı görmek mümkün. Kutuplaştırmanın faydadan çok zarar getirdiğini, yirmibirinci yüzyılın Türkiye’sinde gözlemliyoruz. Daha fazla politika yapmayayım. Türk sinemasının klasiklerinden sayılan bu filmi henüz seyretmediyseniz, tavsiye ediyorum. Özellikle aile büyüklerinin baskısı nedeniyle evlilik sorunları yaşayanların seyretmelerinde fayda var. İyi seyirler.

Doç. Dr. Mehmet Akif Ersoy