Eşinin ölümü üzerine dul kalan güzel bir kadının cazip evlilik tekliflerini bir kenara bırakıp yaşadığı cinsel macerayı anlatan bir film.
1985 Türkiye - Tür: Dram, duygusal, erotik
Yönetmen: Atıf Yılmaz
Yapımcı: Kadri Yurdatap
Senaryo: Atıf Yılmaz
Oyuncular: Müjde Ar (Suna); Nur Sürer (Ayla); Yılmaz Zafer (Engin); Deniz Türkali (Gönül)
Konusu ve yorum: 1980’lerin kadın sorunlarını ele alan filmlerinden birisi daha. Sanırım o yıllardaki seks filmleri furyasında yönetmenler konulu da olsa filmlerine erotik bazı sahneleri koyma zorunluluğu hissetmişler. Benim seyrettiğim versiyonunda bu sahneler çıkartılmıştı ama filmi seyretmeyi düşünenlere şimdiden hatırlatmış olayım. On sekiz yaşın altındakiler için uygun bir film değil.
Film Necati Cumalı’nın eserinden sinemaya uyarlanmış. Müjde Ar filmde kocası ölünce dul kalan güzel bir İstanbul kadınını (Suna) canlandırıyor. On yaşlarındaki kızıyla ilgilenen ve çalışan bir kadın olarak erkeklerle pek ilgilenmemektedir. Suna’yla evlenmek isteyen düzgün bazı adamlar olmasına karşın, bir arkadaşı vesilesiyle tanıştığı Engin'in (Yılmaz Zafer) cinsel çekimine kapılır. Bütün arkadaşlarının açıkça zampara olduğunu söylemelerine karşın, Engin’in cesur girişimlerini karşılıksız bırakmaz.
Suna’nın en yakın arkadaşı olan Ayla da (Nur Sürer), evli olan patronuyla 8 yıldır ilişki yaşamaktadır. Ayla, saf bir şekilde adamın karısını boşayacağını ve kendisiyle evleneceğini düşünmektedir ama bu adam önüne gelen her türlü fırsatı değerlendiren zevk düşkünü eğitimli zengin bir psikopattan başka biri değildir. Kısa süre içinde, karısından boşandıktan sonra aslında başka bir kadınla evlenmeyi planladığı ortaya çıkar.
Engin, Suna’yı Bodrum’a çağırır. Ayla’yla birlikte Bodrum’a giden Suna, Engin’in de önüne gelen her kadınla yatan ve bunu kendince bir yaşam felsefesi içinde rasyonalize eden amaçsız serseriden başka bir şey olmadığını anlayacaktır. Engin, bir taraftan Suna’yla yatıp eğlenirken, arada denk gelen başka bir kadınla yattığı yetmezmiş gibi, Suna’nın en yakın arkadaşı olan Ayla’yla da işi bitirir! Zaten böyle bir hayatın kadını olmayan Suna, Engin’i terk etmeye çalışır, başaramaz, üstüne bir de Engin’den dayak yer. Kızıyla birlikte bir aile dostu gelerek onu Engin’in elinden kurtarırlar.
Ne diye bu filmi anlatıyorsun diyebilirsiniz bana. Bu film bir dizi adamla bir dizi kadının yatak maceralarını anlatan bir filmden ibaret gibi duruyor ilk bakışta ama erotik sahneleri bir kenara bırakacak olursak, günümüz kadın ve erkeğinin karşı cinsle ilişkisindeki sorunlarını anlatan bir film aslında bu.
Filmde aslında filmin konusu olan kadın sorunlarının kaynağına parmak basan replikler de var. Bir sahnede Suna’nın arkadaşı olan kadın şöyle erkekler için şöyle söyler: “Hepsi de güçsüzlüklerinin farkında olmayan birer feodal. Hele yaşamdaki bencilliklerini yatakta da sürdürme istekleri yok mu çıldırtıyor beni. Çareyi onlar gibi davranmakta buldum. Olmadı diyorum beceremedin. O ünlü erkekliğin buraya kadar mıydı?” Aslında burada sözü edilen çare tam olarak da Suna’nın yaşadığı aşağılanmanın kaynağı haline gelmiyor mu? Suna tam bir evlilik kadını, iyi bir anne olarak düzgün adamlardan evlilik teklifi aldığı halde “onlar gibi davranıp” cinsel çekimle hareket edince, kadınların şikâyet ettikleri şeyler başına geliyor. Ayla da evli bir adamın sevgilisi olarak 8 yıl boyunca, ilişki kurduğu adamın karısı olan kadının varlığını ve hissettiklerini dikkate almıyor ve sonuç olarak başka bir kadın onu birinci kadının durumuna düşürüyor. Yani aslında kadın ne çekiyorsa yine diğer kadınlardan çekiyor!
Başka bir replikte de modern hayatta kadının yaşadığı başka bir soruna değiniliyor: “Diyelim ki kocam da ben de ressamız. Türkiye’de kocalar sadece resim yapar. Kadınsa ayrıca yemek pişirmek, kocasının çamaşırlarını yıkamak, çocuğuna bakmak zorundadır. Yani Türkiye’de kadının her şeyden önce kimlik savaşı vermesi gerekiyor.” Bu ifadeler bir gerçeği dile getirmekle birlikte önerilen çözüm yine “savaş” yine kaos. Kadın kimliğini erkeğinkiyle değiştirince mi sorunu çözülecek. Yirminci (şimdi yirmi birinci) yüzyılda batıda bu soruna bulunan en yaygın çözüm “modifiye geleneksel model” denilen aile modeli. Bu modelde de tam bir kimlik eşitlemesi söz konusu değil. Çocuk bakımından yine kadın birinci sırada sorumlu ve kadın çalışıyor olsa da evin ekonomik ihtiyaçlarından erkek birinci sırada sorumlu. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki “Erkek ‘orta’, kadın ‘düşük’ düzeyde işe bağlıysa, evlilik uyumu en üst düzeydedir.” Açacak olursak eğer erkek de işe ortanın üzerinde yani aşırı önem veriyorsa bu evlilik uyumu üzerinde olumsuz etkiliyor. Kadının işe bağlılığı ise yüksek olduğu ölçüde evlilikte uyum sorunları baş gösteriyor. Buradan kadının evinde oturup bağımlı hale gelmesi gerektiğini savunduğum gibi bir sonuç çıkarılmasın lütfen. Günümüzün kapitalist düzeni hem erkeği hem de kadını alabildiğine çalıştırmaya ve sömürmeye çalışıyor. Bazı istatistikler bize fikir verebilir: 1940 yılında okul çağında çocuğu olan kadınların %9’u çalışırken, 1982’de %65’i çalışıyor. 1948 yılında okul öncesi yaşta çocuğu olan kadınların %10’u çalışırken, 1982 yılında okul öncesi çocuğu olan kadınların %50’si çalışıyor. Replikte de söylendiği gibi kadın kimlik savaşı veriyor ama erkekle karşı karşıya verilen bir savaş değil bu. Bir yanda sistem çocuk sahibi kadını çalışmaya zorlarken ve çalışmayan kadın kendini ikinci sınıf vatandaş gibi hissederken, diğer yanda anne kimliğinin baskısı altında çocuğuna yeterince iyi annelik yapamadığı için suçluluk duygularıyla verilen bir iç savaş söz konusu. Erkek hegemonyasındaki iş hayatında erkekle eşit kabul edilebilmesi için iki kat fazla emek harcaması gerektiği yetmiyormuş gibi, kazandığı parayla suçluluk duygusunu giderebilmek ümidiyle çocuğunu şımartabiliyor ki bu da yeni sorunlar anlamına geliyor. Bu savaşta galip yok gibi neredeyse. Birçok batılı ailenin bulduğu çözüm ise “modifiye geleneksel model” dediğimiz model.
Bu filmin bana düşündürdüklerini sizinle paylaşmaya çalıştım. Erotik sahnelere takılmayacaksanız siz de seyredip kafa yorabilirsiniz. Müjde Ar’ı seyredeyim diyorsanız, vaktinizi boşa harcamayın derim.
Doç. Dr. Mehmet Akif Ersoy
RSS Facebook Twitter ilicMedia