ruhikizi

Cinsellik Seks ve Cinsel Sorunlar

Cinsel Yönelim Farklılıklarının Sosyal Yönü

cinsel kimlik sosyal kültürelBu yazıda farklı cinsel kimlik ve yönelimlerin sosyal yönüne, geçmişte ve günümüzde; kendi kültürümüzdeki ve farklı kültürlerdeki bakış açılarına genel olarak değinilmiştir. Dünyada, içinde psikiyatrinin de bulunduğu tıp alanında ve diğer bilimsel platformlarda eşcinselliğin giderek daha fazla incelenmesiyle konuya daha objektif yaklaşılabileceğini düşünüyoruz. Yazımızda ayrıca psikiyatri, hukuk ve din alanlarında eşcinselliğe bakışı genel olarak inceledik.

Yazının başlığı “Cinsel yönelim bozukluğu veya homoseksüelliğin sosyal yönü” de olabilirdi. Ancak psikiyatrik sınıflandırmalarda “hastalık mı yoksa bir cinsel tercih mi?” ikileminin tartışıldığı bu durumu ‘farklılık’ sözcüğüyle nitelendirmeyi daha uygun bulduk. Histerik yerine histrionik sözcüğünün kullanılması ve DSM-III’den sonra homoseksüel teriminin kullanılmaması şeklinde kendini gösteren hassasiyetin de bunda payı vardır.

Eşcinselliğin görülme sıklığı ile ilgili ilk büyük çalışma Alfred C. Kinsey tarafından 1948 yılında yapıldı (1). Kinsey raporunda erkeklerin %10’unun, kadınların %5’inin eşcinsel olduğu belirtiliyor. Adolesan dönemdeki yaşantılar da dahil olmak üzere, bütün bireylerin %37’sinin hayatlarının herhangi bir döneminde en az bir kez eşcinsel bir tecrübe yaşadıkları söyleniyor. Daha sonraki yıllarda yapılmış pek çok çalışmada farklı rakamlar verilmektedir. Bin dokuzyüz doksanüç yılında yapılan bir araştırmaya göre popülasyonun %1’i yoğun olarak eşcinsel ilişkide bulunuyor. Yüzde ikisi ise hayatlarının herhangi bir döneminde eşcinsel ilişkide bulunmuşlardır. Eşcinselliğin görülme sıklığı ile ilgili yapılan araştırmalar yeterince güvenilir olmamakla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’nde hükümete bağlı birimlerde artık Kinsey raporundaki rakamlar kullanılmamaktadır (1).

Bazıları tarafından transvestism ve transseksüalizm, karşı cinse benzemeye çalışan, başka bir ifadeyle karşı cinse özenen eşcinselliğin bir alt grubu olarak görülmekte ve eğitim düzeyiyle ilişkilendirilmektedir. Az gelişmiş ülkelerde ve eğitim düzeyi düşük olan eşcinseller arasında transvestist ve transseksüellerin oranının fazla olduğunu düşünülüyor (2). Transseksüellik ve transvestizm, yanlızca diğer cinse özenme veya o cinsten olmanın getirdiği avantajları sağlamak için karşı cins gibi giyinmek veya karşı cinsten olmayı istemek değildir. Bir transseksüel kendi cinsel görünüm ve kimliğinden hoşnut değildir. Bu nedenle eşcinsellikle transvestizm ve transseksüelliği birbirinden ayrı değerlendirmek daha doğru olur. Eşcinsel ilişkide bulunanların bir kısmı transseksüel veya transvestist olabilir. Dr. Arslan Yüzgün’ün 1985 yılında İstanbul’da 223 erkek eşcinselle yaptığı yaptığı anket çalışması sonuçlarına göre eşcinsellerin %12.1’i transvestisttir, %2.2’si ise ameliyat ile cinsel görünümlerini değiştirmişlerdir (2).

Homoseksüellik terim olarak yalnızca cinsel yönelimin aynı cinse yönelik olduğunu tanımlamakla birlikte, ‘homoseksüel’ terimi sıklıkla cinsel kimlik (kendi cinsiyetini kabullenme durumu), cinsel rol (toplumun kadın veya erkek için uygun gördüğü davranış paterni) ve cinsel yönelimi (cinsel ilişki için seçilen obje) tanımlamak için daha geniş anlamda kullanılmıştır.

Cinsel yönelim farklılıklarına tarihin her döneminde rastlanagelmiştir. Tarihteki bazı büyük devlet adamı, sanatçı ve düşünürlerin eşcinsel oldukları söylenmektedir. Büyük İskender, Leonardo da Vinci, Didier Erasmus, Mikelanj, Francis Bacon, Lord Byron, Oscar Wilde, Piyotr İlyiç Çaykovski, T.E. Lawrance bu isimlerden bazıları... (3). Cinsel yönelimi, birey için egosintonik veya egodistonik nitelik taşıyabilir. Toplumsal açıdan ise değişik kültürlerde ve tarihin değişik dönemlerinde günah, sapkınlık ya da erdem olarak değerlendirilebildiği görülmektedir. Özellikle Atina ve Sparta’da olmak üzere eski Yunan’da, bir soylunun homoseksüel bir partneri olmasının şeref sayıldığı biliniyor. Homoseksüellerin kutsal kitabı olarak bilinen ‘Şölen’ adlı kitabında Platon, Aristophanes’e, “bedenen ve manen eşcinsel aşka kendilerini adayan delikanlılar ancak devlet adamı olurlar” dedirtiyor. Platon eşcinsel aşkın kötüye kullanılmasının kanunla yasak edilmesi gerektiğini söylemiştir, ancak Yunanistan’da arabuluculuk olmadığı sürece, erkekler arasındaki eşcinsellik kanunen cezalandırılmamıştır. İlk Yunan lirik şairlerinden Safo’nun eserlerinde kadın eşcinselliğinin de Midilli adasında yaygın olduğu ve Yunanlılar tarafından horgörüldüğü anlaşılmaktadır. Kadın eşcinsel anlamına gelen lezbiyen kelimesi, Midilli adasınının eski adı Lesbos’dan türemiştir (4). Değişik kültürlerde yapılan bir araştırmada, incelenen kültürlerin çoğunda en azından bazı bireyler için homoseksüelliğin normal kabul edildiği görülmüştür5 .

Papua Yeni Gine’nin doğusundaki dağlardaki 2300 kadar (1970’li yıllardaki etnografik bilgi) yerlinin oluşturduğu bir kabile olan Sambia halkında, sürekli savaş, zor ve tehlikeli arazi şartları, kötü hava koşulları, çok kısıtlı protein kaynakları ve açlık tehlikesi gibi zor şartlar; hayatta kalabilmek için diğer insanları öldürmenin sıradan bir iş olması ve bütün bu nedenlerle vahşi maskülinitenin ön planda olmasına rağmen hayatın devam etmesi için farklı bir yol izleniyor: Bütün erkek çocukların evleninceye kadar aleni ve kurumlaşmış homoseksüel fellatio tarzında ilişkiye zorunlu olmaları. Kabilenin erkekleri 7 ile 10 yaşları arasında zorunlu olarak kabilenin henüz evlenmemiş ergen gençleriyle homoseksüel ilişki kuruyorlar. Kabilenin kadın üyeleri ise evleninceye kadar erkekler için tabu olmaya devam ediyor. Kadın üyelere dokunulmuyor, bakılmıyor hatta onların dokunduğu yiyecekler son derece tehlikeli kabul ediliyor. Sambia’da heteroseksüel veya homoseksüel anal ilişki yok. Diğer Yeni Gine kabilelerinde anal ilişki olduğunu duyduklarında, Sambia yerlileri bunu garipsiyorlar (6).

Bütün psikiyatrik hastalıklarda olduğundan çok daha belirgin bir şekilde cinsel kimlik bozuklukları kültürel değişimlerden etkilenmektedir. Batıda bazı ülkelerde homoseksüellerin birbirleriyle evlenmelerine kanunen izin verilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde homoseksüel ve lezbiyen psikiyatristlerin bile dayanışma amacıyla dernekleştikleri düşünülecek olursa bu etkileşimin boyutu tahmin edilebilir.

Homoseksüel, lezbiyen ve biseksüellerden çekinme ve onları reddetme, heteroseksüalizmin baskın cinsel davranış olmaya devam etmesi; bu kadın ve erkeklerin yıpratıcı, ürkütücü ve bunaltıcı bir toplumda yaşamaya devam etmeleriyle sonuçlanıyor. 20. yüzyılda homoseksüel bireyler dernekler kurarak, çeşitli yayınlar hatta bilgi otoyolu internet yardımı ile karşılaştıkları zorlukları ve konu hakkındaki her türlü bilgiyi diğer insanlara anlatmaya çalışmakta, kabul edilme ve özgürlük mücadelesi vermektedirler. Sonuç olarak toplum, cinsel yönelim farklılığının giderek artan bir şekilde bireyin kişisel özgürlüğü ve tercihi olduğunu kabul etmeye yönlendirilmektedir.

Homoseksüalite ilk kez 19. yüzyılda bir hastalık olarak tıbbın konusu olmaya başladığı sıralarda, dini ve ahlâki öğretilerde bir dalalet, bir sapkınlık olarak görülmekteydi. Homoseksüalitenin doğumla gelen bir özellik mi olduğu yoksa çevresel faktörlerle mi oluştuğu sorularına cevap aranmaya başlandı. Freud ünlü ‘Amerikalı Anneye Mektup’unda şöyle diyor: “Homoseksüalite bir avantaj olmamakla birlikte bir ayıp, bir bozulma ve utanılacak bir şey de değildir ve bir hastalık olarak sınıflandırılmamalıdır. Biz homoseksüelliği cinsel gelişim sırasındaki bir duraksamayla oluşan, cinsel fonksiyonun bir varyasyonu olarak değerlendiriyoruz. Homoseksüelliği bir suç olarak cezalandırmak büyük bir haksızlıktır” (5).

Ondokuzuncu yüzyılda psikiyatri ve tıbbın eşcinselliği incelemeye başlaması bir yandan ahlâki ve bilimsel yaklaşımları bir araya getirirken öte yandan da eşcinsellerin hasta yani bir bakıma kusurlu ve aşağı olarak damgalanması sonucunu doğurmuştur (5).

Yirminci yüzyılda görülen homoseksüellerin özgürlük hareketi, 1960’lı yıllardaki sivil haklar ve kadın hakları hareketlerini de kapsayan büyük sosyal hareketlenmelerle paralellik gösterir. Homoseksüellerin hakları için mücadeleleri sembolik olarak, 1969 yılında polislerin New York şehrindeki bir bara baskın yapmalarından sonra meydana gelen ayaklanmalarla başlar. 1960’lı yılların ortalarında ve sonlarında daha radikal homoseksüel gruplar oluştu ve bu gruplar, tıbbi ve psikiyatrik organizasyonlara homoseksüelliğin patolojik olarak kabul edilmemesi (depatolojize) yönünde baskı yapmaya başladılar. Yeni sosyal ve politik baskı gruplarının ruhsal hastalıkların tanı ölçütleri ve sınıflandırma listelerinden homoseksüalitenin çıkartılması için yaptıkları baskılar sonucunda Amerikan Psikiyatri Birliği 1970’li yıllarda homoseksülleğin tanı ve tedavisine yaklaşımını ve teorik anlayışlarını gözden geçirme kararı aldı ve Kinsey ve arkadaşlarından bu yana yayınlanan araştırmaların gözden geçirilmesi sonucunda 1973 yılında homoseksüelliği sınıflandırma listesinden çıkardı. DSM-II’deki ‘homoseksüalite’ tanımı böylelikle 1973’de önce ‘Cinsel Yönelim Bozukluğu’ olarak değiştirildi, daha sonra DSM-III’de yerini ‘Ego- distonik Homoseksüalite’ye bıraktı. DSM- III’de kategorinin tanımlanması heteroseksüel işlev görmedeki bozukluğu vurgular. DSM-II’de gerek Homoseksüalite’nin gerekse Cinsel Yönelim Bozukluğunun, Cinsel Sapıklığa katılmasına karşılık; DSM-III’de Ego- distonik Homoseksüalite parafililere katılmamıştır. DSM-III’de homoseksüalitenin çıkarılmasının nedenleri şöyle belirtilmiştir: “Homoseksüalitenin bir mental bozukluk sayılıp sayılmamasını belirlemede temel sorun durumun etiyolojisi değil, sonuçları ve mental bozukluk tanımlamasıdır. Homoseksüellerin önemli bir kesimi kendi cinsel yönelimlerinden doyum bulmaktadır ve herhangi bir açık psikopatoloji belirtisi göstermezler (homoseksüalitenin kendisi psikopatoloji olarak kabul edilmedikçe) ve toplumsal ve uğraşsal olarak hiçbir bozukluk olmaksızın işlev görürler. Eğer herhangi biri huzursuzluk ya da yetersizlik ölçütlerini kullanırsa homoseksüalite mental bozukluk değildir. Eğer kişi doğuştan dezavantaj ölçütünü kullanırsa, homoseksüalitenin tüm kültür ve alt kültürlerde dezavantaj olduğu açık değildir.” (7)

Psikiyatri bilimi içinde homoseksüelliğin hikayesi, homoseksüelliğe toplumun bakışındaki değişiklikleri yansıtmaktadır. Diğer yandan psikiyatrinin yaklaşımı toplumun bakışını etkileyebilir. Homoseksüelliğin toplum tarafından algılanışı, homoseksüellerin kendi kimliklerini kabul edebilmelerini etkilemektedir. Heteroseksüalizm, homoseksüelliği ve heteroseksüel olmayan her türlü davranış, kimlik ve ilişkiyi reddeden, kötü gören ve damgalayan, tıpkı feminizm veya ırkçılık gibi ideolojik bir sistemdir. Homoseksüellikten korkma veya nefret etme dahil her türlü olumsuz duygu ve davranışa ‘homofobi’ deniliyor. Homoseksüel bireyin gelişimi sırasında toplumun olumsuz bakış açısının içe alınması ve bireyin benliğini bu inanç ve duygularla değersizleştirmesi sonucunda içselleştirilmiş homofobi meydana geliyor. İçselleştirilmiş homofobi bazı kişilerde yoğun anksiyete, depresyon hatta intihara yol açabilir. Bu karşılıklı etkileşimin bir diğer sonucu olarak bazı homoseksüellerde görülen, toplumun bir bakıma onlarda görmeyi bekledikleri, hiperseksüalite veya fazlasıyla kadınsı davranışlar bu bireylerin kendini topluma kabul ettirme yolu sayılabilir (5).

Cinsel yönelim farklılığı ve homoseksüelliğin genetik yönüyle ilgili son yıllarda giderek artan araştırmalar vardır. Bazı araştırmacılar homoseksüelliğin en azından bazı olgularda X kromozomunu ile bağlantılı olabileceğini gösteren bulgular yayınladılar (8). Anne karnındaki fetusun, salgılanan androjen miktarıyla bağlantılı olarak beyin cinsel organizasyonundaki değişikliklerin ileride cinsel yönelimi etkilediğini ileri süren araştırmalar var (9). Ayrıca maymunlarda ve diğer (memeli) türlerin hemen hepsinde rastlanılması homoseksüelliğin yalnız insana özgü bir durum olmadığını göstermektedir.

Primer olarak somatik bir sebebin rol oynadığına inanmayanlar, homoseksüalitenin gerçekte ister normal ister sapkın kabul edilsin erotik bir davranış olduğunu, ergenlik dönemindeki ilk tecrübeler öncelikli olmak üzere zevk verici erotik yaşantılar tarafından şartlandırılma sonucu oluştuğunu ve tekrarlar ile pekiştiğini düşünüyorlar. Tek açıklama bu davranışçı yaklaşım olsaydı Sambia erkeklerinin evlendikten sonra heteroseksüel ilişkiye geçememeleri beklenirdi. Homoseksüelliğin biyolojik kökenli olup olmamasının, hastalık olarak mı yoksa bir günah olarak mı değerlendirilmesi gerektiğini belirleyebileceği düşünülmüştür (10).

Bu bilgiler ışığında gerçek biseksüellik veya homoseksüelliğin beynin patogenetik değil; doğal, biyopsikososyal, gen ve/veya çevreye bağlı sanogenetik gelişimsel bir süreci olduğu söylenebilir. Bilimsel bakış açısının değişmesi biseksüellik ve homoseksüelliğin kanunen suç olmaktan çıkması, sosyal açıdan dışlanmasından vazgeçilmesine sebep olabilir. Prenatal ve perinatal hormonal bozuklukların teşhis edilmesiyle ileride transseksüalizm için önleyici tedavi mümkün olabilecektir. Alkolizm ve homoseksüalitenin kompleks davranışsal süreçler olması nedeniyle tedavilerinin gene de oldukça zor olacağı ve toplumun yalnızca genetik oldukları tespit edildiği için homoseksüellere karşı tavrının değişeceğine inanmanın zor olduğunu söyleyenler de vardır (11).

Mazhar Osman 1935 yılında yayınlanan Akıl Hastalıkları kitabında “Fıtratın aşktan gayesi nesil yetiştirmek olduğu için tekemmül etmiş bir aşk, bir cinsin diğer bir cinse temayülü suretinde tecelli eder. Halbuki bu iyi yetişmez veya tereddiye uğrarsa gayesini kaybeder ve maksattan aykırı bir aşk meydana çıkar.” diyor (12). Asuriler, Mısırlılar, Kartacalılar, Doriyenler, Scytheler, Normandlardaki örneklerine; Dante’nin üstadı Latini’nin, Rönesans devrinin ünlü heykeltıraşı Mikelanj ve İngiliz şairi Marlow ve Bacon’nun homoseksüelliğine değindikten sonra “tarihteki örneklerini anan, onunla öğünen, hiç olmazsa teselli bulan puştlar vardır. Halbuki dahilerin çoğu tabii adamdır, puştlukla münasebeti yoktur. Bir dahide böyle çirkin bir kusur görülmesi kemalinden ziyade bozukluğuna delalet eder” diyor. Bu yaklaşımların bir psikiyatrist için oldukça ahlâkçı olduğu söylenebilir. Psikiyatrinin Mazhar Osman’dan bu yana giderek metodu iyi belirlenmiş araştırmalar sonucunda elde edilmiş daha objektif kriterlere dayanması, psikiyatristlerin konuya bakışının tamamen olmasa da yetiştikleri kültürün etkisinden bağımsız olmasına yardımcı olmaktadır. Bilimsel sonuçların toplumun bakışını etkilemesi tabii olarak kolay olmayacaktır.

Yüzgün’ün yaptığı anket çalışmasında eşcinsellerin %41.3’ü polis tarafından emniyete götürüldüklerini; %5.8’i parasal beklenti için, %28.3’ü hem zevk hem parasal beklenti için eşcinsel ilişkide bulunduklarını söylüyorlar. %30.9’u polis zoru ile zührevi hastalıklar hastanesine götürüldüklerini, %61’i polisçe onurlarının kırıldığını, %13.5’i saçının kesildiğini ifade ediyorlar. Hastaneye götürülenlerin %77.1’i, doktor ve personelin kendilerine kötü davrandıklarını ifade ediyorlar.

Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre reşit kişiler (18 yaşını bitirmiş) arasında olan eşcinsel ilişkiler suç kabul edilmemektedir. Ancak eşcinsel ilişki herkesin görebileceği (aleni) bir biçimde yapılırsa, TCK’nın 419’uncu maddesine göre suç sayılmaktadır. Bu madde heteroseksüel ve eşcinsel ilişkiler için aynı şekilde geçerlidir. 419’uncu maddede alenen cinsi münasebette bulunanlara 6 aydan 1 seneye kadar hapis cezası öngörülmüştür. TCK’nun 576’ıncı maddesine göre edebe aykırı hareketlerde bulunulması da suç olarak kabul edilmektedir. Genel kadınlar ve genel evlerin tâbi olacakları hükümler ve fuhuş yüzünden bulaşan zührevi hastalıklarla mücadele tüzüğünde, fuhuşla ve zührevi hastalıklarla mücadele komisyonu kurulması gerektiği belirtilmektedir. Bu komisyonunun görevlerinden birisi gizli fahişelerin ve gizli fuhuş yapanların meydana çıkarılması, muayenesine lüzum görülenlerin muayeneye götürülmesi, gizli fuhuş yapılan yerlerin tesbiti v.b. için ahlâk zabıtası veya sivil polisin görevlendirilmesinin teminidir (13). Bu tüzüğe göre eşcinsellerin polis tarafından gözaltına alınıp, zorla muayeneye gönderilmeleri için yasal zemin mevcuttur.

Eşcinsel ilişki suç sayılmasa da, olayın gizli fuhuş kapsamında olması bu tüzüğe göre yasaktır. Yüzgün’ün anketine göre, eşcinsellerin kabaca %34.1’i para karşılığında eşcinsel ilişkide bulunuyor yani TCK’na göre suç işliyor ancak daha büyük bir kısmı polis tarafından kötü davranışlara maruz kalıyorlar. Bir başka deyişle kurunun yanında yaş da yanıyor. Kaldı ki saçların kesilmesi TCK’nun 456’ıncı maddesine ve yargıtay kararlarına göre etkili eylem, (14) olarak kabul edilmekte ve suç kapsamına girmektedir. Polis; suç sayılan fuhşa engel olmak üzere çalışırken eşcinsellerin onurlarını kırarak, saçlarını keserek bizzat suç işlemiş olmaktadır.

Askeri Ceza Kanunu’nun 154’inci madesinin 2. bendinin B maddesine göre doğal olmayan yolla cinsi ilişkide bulunan ya da bu eylemi kendine rızasıyla yaptırdığı tespit edilenlerin askeri okullardan tardı gerekmektedir. 153/2. maddesine göre ise bu eylemde bulunan askeri şahıslar (subay, astsubay) ordudan atılmakta, tardı mümkün olmayan erbaş ve onbaşıların rütbeleri geri alınmaktadır. Peki evli birisinin eşcinsel ilişkide bulunması durumunda ne olur? Medeni kanun ve yargıtay kararlarına göre evlilik dışı ilişkinin TCK’da belirtilen zina kapsamına girmesi için karşı cinsle yapılması gerekir yani eşcinsel ilişki zina sayılmamakta ancak bu durum boşanma sebebi sayılmaktadır. Para karşılığında eşcinsel ilişkide bulunanların talebi “serbestçe fuhuş yapmak”, “ sokakta, parkta müşteri bulmak”tır (15). Devletin, kontrolü altında heteroseksüel fuhşa izin vermesine karşılık, kanunen suç olmayan eşcinsel fuhşa aynı kapsamda yer vermemesi tartışılması gereken bir konudur. “Sokakta, parkta müşteri bulmak” talebi ise kanunlar ve ahlâk arasındaki ilişki gibi, daha hassas bir konuyla bağlantılı görülüyor.

Dinlerin eşcinselliğe bakışı genellikle günah olduğu yönündedir. ABD Katolik kilisesine bağlı yaklaşık 57000 rahibin %40’ının eşcinsel olduğu 1960-1985 yılları arasında yapılmış bir araştırmada ileri sürülmüştür. Kiliselere evlenmek için başvuran eşcinseller vardır. Hollandalı bir rahip iki erkeği tanrı huzurunda evlendirip “yapılması gerekeni yaptığını” söyleyerek manşet olmuştur (16). Dr. Stayton yaygın görüşün aksine İncil’de eşcinselliğin günah olduğuna dair herhangi bir yazının bulunmadığını söylüyor (17). İslam dinine göre eşcinsel ilişki insan türüne ve yaradılışına yakışmayan ahlâki bir suçtur (18). Kadın ve erkeğin kıyafetleri doğumdan başlamak üzere ayrılmıştır ve gelenekler de dikkate alınmak kaydıyla erkeğin kadın, kadının da erkeğe özgü kıyafetleri giymeleri hoş karşılanmamıştır. Kütüb-i Sitte adındaki kitapta şöyle deniliyor: “Muhannes kadınlaşmış erkek demektir. Ahlâkında, davranışlarında, konuşma tarzında ve bütün davranışlarında kadına benzeyen kimsedir. Bu hal, bazan yaratılıştandır. Böyleleri levmedilmezler; ancak kendilerini buna zorlayan fertlere de rastlanır. İşte bu mezmumdur ve müdahale edilmesi gerekir. Sesi ve bazı halleriyle yaratılıştan kadına benzeyenlere hünsa denir.” (19). Buradan, tercih meselesi olan cinsel rol ve davranış ile doğuştan olan ve bir bakıma genetik veya organik bir nedeni olan cinsel rol ve davranışın dini açıdan birbirinden ayrı değerlendirildiği anlaşılıyor.

Türkiye’de çoğunluğunu eşcinsellerin oluşturacağı “Cinsel Haklar ve Özgürlükler Derneği” kurulma aşamasında ve kendilerine Çağrı grubu adını veren bir topluluk ‘Eşcinsellere Çağrı’ adında bir dergi çıkarmaya hazırlanıyor (15).

Ege Üniversitesi’nde 244 öğrencinin katılımıyla yaptığımız bir anket çalışmasıyla öğrencilerin eşcinselliğe bakışını inceledik. Öğrencilerin %33’ü eşcinselliği bir hastalık, %18’i günah, %14’ü ayıp olduğunu düşünürken; %40’ı eşcinsellerin evlenmelerine kanunen izin verilmemesi görüşünü savunuyor; %34.4’ü çocuğunun eşcinsel olduğunu bildiği birsiyle arkadaşlık etmesine izin vermeyeceğini söylüyor; erkek eşcinselliğini %23.8’i, kadın eşcinselliğini %19.7’si iğrenç bulduğunu söylüyor; %32’si eşcinsel birisiyle birlikte görülürlerse, insanların kendileri hakkında yanlış şeyler düşünebileceğinden korktuğunu belirtiyor.Üniversite öğrencilerinin eşcinselliğe bakışını gösteren bu rakamlar olumsuz sayılmasa da toplumumuzun genelinde olumsuz bakışın çok daha fazla olduğu varsayılabilir. Bu durumda ise homoseksüellerin karşılaştığı sorunların toplumumuzda uzun bir süre devam edeceği ön görülebilir.
Kaynaklar
1. Kaplan HI, Sadock BJ, Grebb JA; Kaplan and Sadock’s Synopsis of Psychiatry Behavioral Sciences Clinical Psychiatry, Seventh edition. Williams & Wilkins Baltimore, Maryland, USA.
2. Yüzgün A; Türkiye’de Eşcinsellik (Dün, Bugün). Hüryüz yayıncılık, İstanbul 1986.
3. Cowan T, Çev: Yazıcıoğlu K; Eşcinsel Dahiler. Tüm Zamanlar Yayıncılık, İstanbul.
4. Lewinshon R; Cinsi Adetler Tarihi. Varlık Yayınları, İstanbul 1966, s:51-55.
5. Stein ST; Overview of new developments in understanding homosexuality. Review of psychiatry. Vol 12.1993:9-40.
6. Stoller RJ, Herdt GH; Theories of origins of male homosexuality. A cross-cultural look. Arch Gen Psychiatry 1985; 42: 399-404.
7. Mental Bozuklukların Sınıflandırılması (DSM-III). Tıp Fakültesi Yayın Bürosu, Bornova, 1985.
8. Hamer DH, Hu S, Magnuson VL, Hu Nan, Pattatucci AML; A linkage between DNA markers on the X chromosome and male sexual orientation. Science 1993; 16, 261(5119): 321-7.
9. Dörner G, Poppe I, Stahl F, Kölzsch J, Uebelhack R; Gene- and environment- dependent neuroendocrine etiogenesis of homosexuality and transsexualism. Exp-Clin-Endocrinol. 1991; 98(2): 141-50.
10. Bancroft J; Homosexual orientation. The search for a biological basis. BJP 1994; 164: 437-440.
11. Alper JS, Natowicz MR; The allure of genetic explanations. BMJ 1992; 19, 305(6855):666.
12. Osman M; Akıl hastalıkları. Kader matbaası. İstanbul 1935, s: 95-99.
13. Çoker F, Kazancı F, Kazancı M; Türkiye Cumhuriyeti Kanunları. Kazancı Matbaacılık Sanayi, İstanbul 1996.
14. Hancı İH; Hekimin Yasal Sorumluluğu. Egem Tıbbi Yayıncılık, İzmir 1995, s:31-48.
15. Özdilek O; Muazzam bir eşcinsel kültür, sanat ve geçmiş..., Kim 47: 98-101.
16. Çekirge P; Yalnızlık Adası’nın Erkekleri, Psiko-Sosyal Açıdan Eşcinsellik. Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1991, s: 97
17. Stayton WR (Baptist -- minister, certified sexologist, associate professor of psychiatric and human behaviour, servant on faculty of LaSalle University's graduate department of religious studies, holder of master of divinity from Andover Newtown Theological School and a Th.D. in psychology from Boston university): http://nether.net/~rod/html/index.html
18. Ceziri A; Dört Meshebe Göre İslam Fıkhı Cilt 7. Çağrı Yayınları, İstanbul 1992, s: 3062.
19. Canan İ; Kütüb-i Sitte Cilt10. Akçağ Yayınları, Ankara 1990, s: 232.
↑ Sayfa Başı